AGUSTOS2021 Reşat Yörük
Altobelli Rıza ve diğerleri
ALTOBELLİ RIZA VE DİĞERLERİ... 55 yaşı da devirdik sonunda. Ama yaşlanıyoruz diye, Ahmet Haşim gibi ağlayarak semaya bakacak halimiz yok! Aksine, Nazım gibi düşünüp “Unut yaşını… Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman…” diyeceğiz. Geçmişe takılıp kalmamak elbette çok önemli. Hatta bazen en iyi şeydir unutmak. Fakat güzel insanlarla yaşadığımız öyle güzel anılar var ki, bırakın unutmayı, aksine sık sık hatırlamak, hatırlatmak lazım. 2014 yılının son günü, tam 55 yaşında kaybettiğimiz sevgili kardeşim, gazeteci arkadaşım Ünver Ergün’le yaşadıklarımız gibi... İşte “içinden Ünver geçen” çok renkli bir hikaye. 2005 yılının Ekim ayında yazmıştım Milliyet Ege’de. Türk plastik sektörünün gelişmesine büyük emek veren, ünlü bir sanayici olmasına rağmen hayatı hep çalışmakla geçen, Ege Palas Oteli'nin inşaatına ilişkin iddialar nedeniyle 80 yaşından sonra hapise bile giren, fakir babası Mazhar Zorlu'yu andık geçenlerde. Ama kabri başında değil, halı sahada… Hani Milliyet Gazetesi'nin düzenlediği "Mazhar Zorlu Halı Saha Turnuvası" var ya, işte orada! Gerçi Milliyet Gazetesi olarak çıkarılan takımın (aynı zamanda Milliyet Ege yazarı olarak ben de o takımdaydım) "masterlar" kategorisinde yer alması, morallerimizi bozmadı değil! Ancak "Daha dün junior idik, ne zaman master olduk?" diyerek kategorimize ve akıp giden yıllara yaptığımız itiraz, Merkez Hakem Komitesi (MHK) tarafından ciddiye bile alınmadı. "Tek seçici" Ünver Ergün'ün belirlediği aday kadro (hatta bazılarımız aday adayı konumundaydı), ilk taktik (!) çalışmasını basına kapalı yaptı. Bu çalışmada tüm dikkatler, KSK'nin "Altobelli" lakaplı unutulmaz golcüsü, spor yazarımız Rıza Tuyuran'da idi. Öyle ki, herkes adamın gözünün içine içine bakıyor. Acaba bakışlarında gizli bir taktik anlayış var da bir şeyler kapar mıyız diye… Hani "yat sürün!" dese sürüneceğiz. O derece "tam itaat" durumundayız. Sonra anladık ki, bizim taktiğe falan ihtiyacımız yok! Yapacağımız tek şey, bütün topları Rıza'ya atıp kurtulmak… Uruguay'ın 1930 taktiği Maç günü ve saati gelip çattığında, nasıl bir taktik anlayışı içinde oynayacağımızı, kimin hangi mevkide görev yapacağını hala bilmiyorduk. Bırakın kaçıncı mevki olduğunu, biletlerin kimde olduğu bile belli değildi. Saha kenarında tam 12 tane adam, (pardon Rıza hariç, 11 kişi) ısınmak için oradan oraya koşturuyordu koşturmasına da, ilk 6'da kim var, onu da bilen yoktu! Medine fukarası gibi sıraya dizilip beklemeye başladık. Bizi havaya sokan tek şey, Manchester United adı verilen soyunma odamızda gıcır gıcır formaların dağıtılışıydı. Sonra kulaktan kulağa, maç taktiğimizin, 1930 Dünya Kupası finalinde Uruguay'ın Arjantin'i 4-2 yenerken uyguladığı taktiğe benzediği ama deşifre edilmemek için "şimdilik" gizli tutulduğu rivayeti yayılmaya başladı. Taktik anlayışının 1930'lara gitmesinin, "master" olmamızla bir ilgisi var mıydı, işte orası pek anlaşılamadı. Biz "12 dev adam" tam teçhizatlı olarak maç saatini beklerken, rakip takım da ufukta göründü. Fikstürdeki isimleri sadece "FBM" olarak geçiyordu. İçimizden "Ulan ister misin, Fenerbahçe Master olsun" diye geçirmedik değil! Allah'tan o üç harfin altından sadece Fabrika Bakım Merkezi çıktı. Üstelik takım topu topu 6 kişiden oluşuyordu. Yedek falan da yoktu! Biz ise yedeklerden ayrı bir takım çıkaracak kudretteydik. Ama maç başlayınca gördük ki, adamlar fabrikada 6 aylık bakımlarını yaptırıp da öyle gelmiş. Her biri “dört patlarlı dizel motoru” gibi oradan oraya zıplayıp duruyor. Hayır, Uruguay taktiğini uygulayacağız uygulamasına da, adamlar izin vermiyor. Herhalde içimize ajan sokup nasıl oynayacağımızı (bizden önce) öğrendiler. (Ben Çağlayan Bilgen'den şüpheleniyorum. Arabasına daha yeni bakım yaptırmıştı.) İlk 7 dakikayı 2-0 mağlup bitirdik. Zaten biz de bitmiştik. Maçtan önce Agop'un kör kazı gibi abur cubur ne bulursak atıştırdığımızdan olsa gerek, haftalardır susuz kalmış Sıvas kangalı gibi dillerimiz bir karış dışarıda dolanıyorduk. Asfalyalarımız gevşemiş, dizlerimizin bağı çözülmüştü. Uruguay bu taktikle Arjantin'e nasıl 4 çekmişti, anlaşılır gibi değildi! Bir yerde hata yapıyorduk ama nerede? Maçı yedek kulübesi çevirdi Bu arada hayvanat bahçesindeki maymun kafeslerini andıran yedek kulübemizin müdavimleri sürekli değişiyordu. Rıza dışında oyundan almadığımız adam kalmamıştı. O da bu jestimizin karşılığını veriyordu doğrusu? Dokuz körün bir değneği gibiydi. İşin ilginci, yedek kulübesine oturan aslan kesiliyordu. Sanki az önce sahada dökülen kendisi değilmiş gibi, "Vursana, ortalasana, pres yapsana!" gibi komutlarla su yüzüne çıkmaya çalışıyordu. 15. dakikadan sonra biraz toparlanmaya başladık. Aslında bizim teknik-taktik anlayışımızda ve performansımızda değişen bir şey yoktu. Sadece rakip yorulmaya başlamıştı, o kadar. Üstelik yedekleri de yoktu. Dakikalar ilerledikçe de "suyu çekilmiş değirmene" döndüler. Ne de olsa yaptıkları, tek kürekle mehtaba çıkmak gibi bir şeydi. Münir Koçarslan yönetimindeki yedek kulübesi ise verdiği yeni taktikler ve "Hay senin vuracağın topa!" türünden takım arkadaşlarını motive edici tezahüratlarla maçın havasını iyice değiştirmişti. Altobelli Rıza'nın 5 golü ile FBM'yi, Uruguay karşısındaki Arjantin'den beter etmiştik işte! Işık Teoman (2) ve Ünver Ergün'ün golleri de zaferimizi pekiştirdi. İlk maçımızı farklı almıştık. İlginçtir, bu skor dış basında bile büyük yankı buldu. Maçta bizim göremediğimiz bir şeyleri görmüşlerdi ve biz bunu hala çözememiştik. Örneğin Le Monde gazetesi spor sayfasında şunları söylüyordu: "Milliyet ekibinin sunduğu şey olağanüstü bir gösteriydi. Her iki takım da diğerine kendi oyununu empoze etmeye çalıştı. İki takım da futbol olarak, taktik başarı olarak birbirine çok yakındı. Ama fark, Milliyet'in kişisel yetenekleriyle oluştu. Şunu da vurgulamalı: Milliyet takımını yıllardan beri ilk kez bu kadar dengeli, bütünleşmiş ve kolektif gördük. Bu gördüğümüz en iyi takımdı." İşte böyle! Şimdi ikinci rakibimizi bekliyoruz. Yeni taktiğimizi de? Ben şahsen, 1958 yılında fırtına gibi esen İsveç'in diagonal çıkışlı ve ofansta da defansta da kombine olabilen taktiğinden yanayım. Takdir teknik kadronun!